29 Şubat, 2008

Nasıl iş bu?

Beşiktaş-Galatasaray derbisi var pazar akşamı. Açıklamaya göre biletleri perşembe günü sabah 10'da satışa çıkacaktı. Doğrudur, dün çıktı biletler satışa ve şuan sadece VIP üst B-E kalmış. Gerçi orası neresi, onu bilmiyorum. Yeni açık yakışır bize bu maç.

Neyse mesele şu; Biletix'e gidiyorsunuz bilet almaya. Kapalı tribün bileti soruyorsunuz, cevap; "Kapalı bileti çıkmadı bu maç" oluyor. Bu normal karşılanabilir bir durum zira Beşiktaş kapalısının tamamına yakını kombine sahiplerine ayrılı. Normal maçlarda da kapalı bileti bulmak zor olur genelde, çok az vardır, hemen biter. Ama kafa karıştıran nokta şu, eğer Biletix'te kapalı tribün bileti satışı yoksa -ki söylenen bu, o zaman neden Biletix'in sitesinde kapalı tribün bilet fiyatları mevcut. Diğer maçlarda 50 ytl olan kapalı alt bileti 125 ytl, 70 ytl olan kapalı üst de 150 ytl fiyat biçilerek konmuş vitrine ama sorunca "yok öyle bir şey" diyorsun. Saçmalığın daniskası. Kimsenin günahını almayalım ama ya birileri bilet satışına başlamadan evvel sistemden biletleri kendi cebine indirip, karaborsada okutuyor ya da olmayan bilete fiyat biçip sitelerine koyuyorlar. E hangisi o zaman?

Ron Baba

En büyük isteklerimden biridir, birgün sokakta yürürken bi ropörtaj fırsatı olursa, mikrofon uzatırlarsa alakalı alakasız da olsa direkt "Hakemler hakkında bugüne kadar hiç konuşmadım, ama bugün hoca sıçtı sıvadı resmen" diyeceğim. Çok kurdum kafamda.

Şüphesiz ki Ron Atkinson benden daha yaratıcıydı bu konuda. Sanırım Manchester United'ın başında olduğu dönemde şöyle buyurmuş bir maç sonrası;

"I never comment on referees and I'm not going to break the habit of a lifetime for that prat"

"Bugüne dek hakemler hakkında hiç yorum yapmadım, bu ahmak yüzünden de bu prensibimden vazgeçmeyeceğim."

Cavcav İnadı

Türkiye'de hatta dünyada daha uzun süreyle kulüp başkanlığı yapmış olanı var mı bilmiyorum, Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav 1977'den beri kulubun başında. Geremi transferi ile ilgili bi roportajına denk geldim, Real Madridli yöneticiler 2 milyon dolar dedikçe 5 milyonda diretmiş durmuş. Görüşmelerden bir demet şöyle;

"Real Madrid kulübüne gittim. Hakikaten muazzam bir kulüp. O stadın altı olduğu gibi kupalarla dolu. Yav bu kadar kupayı hayatımda görmedim ben. Bütün Türkiye'deki kupaları toplasan o kadar olmaz. Bir stadın altı olduğu gibi kupa dolu olur mu?"

"Dediler ki 2 milyon dolar. Onlar konuşuyor tercüman bana çeviriyor. İşte "Real Madrid gelsin, Türkiye'de bir maç oynasın, ücret almayalım" diyorlar. Ankara’ya Real Madrid gelse, 19 Mayıs stadına kim gelecek seyretmeye, bilet 1 liraya diyoruz yine gelen yok. O konuşuyor öbürü konuşuyor, öyle sıkıldım ki, menajere "söyle onlara olmaz" dedim. Bunlar 2 milyon da 2 milyon diye tutturdular. Çok sıkıldım artık, İngilizce de bilmiyorum, "Paper" dedim. Kağıt getirdiler. Kağıda şöyle 5 milyon dolar yazdım, şöyle millete gösterdim, yanımdaki menajere "Kalk gidiyoruz" dedim. Ben onu yapınca tamam tamam okey dediler."

Hakikaten fantastik insan Sayın Cavcav. Zamanında "Başkanım, bilet fiyatlarını düşürüp Ankaralı taraftarları Gençlerbirliği maçlarına çekin, 19 Mayıs Stadı'nı doldurup ordan gelir elde edin." şeklinde bir öneri oluyor. "Yav zaten 19 Mayıs Stadı'nda 20 bin kişi varsa, 10 bini bedava girmiştir maça. Ankara'da herkesin bi yerlerde tanıdığı var" diyip ondan dert yanmıştı.

28 Şubat, 2008

Hani Futbol Erkek Oyunuydu

Neden bilmiyorum, pek hazetmiyorum kızların tribüne takılmalarından ya da futbolu sevmelerinden. Sanki böyle futbol bizimmiş, bu gezegene erkekler için gönderilmiş de onu kızlarla paylaşmak zorunda kalıyoruz hissine kapılıyorum, oysa zerre paylaşmak gelmiyor içimden. Bizim olan bi futbol kalmıştı zaten, ona da el atmaya çalışıyorlar gibi geliyor. Oturup mis gibi küfredeceğin pozisyon oluyor "Ayıp oluyor birader, bayan var" diyen tipler çıkıyor aradan. E küfür de doğamızda var, doğaya karşı çıkamazsın ve kabul edelim küfür bizim etimiz, kemiğimiz. Benimle aynı fikirde olmayan arkadaşlar da var tabi ki... Bunlardan birkaçı altta;



Deplasman Otobüsü #3

"Şüphesiz ki her o 302 birgün deplasmanı tadacaktır."

Kural 3- İdeal bir deplasman otobüsü; Mercedes o 302, bilemedin o 303 olmalıdır. Zira ömrünün sonu yaklaşmıştır ve kaybedecek pek bir şeyi yoktur. Gözü kara otobüslerdir.
----

Eto'o Makaraya Sarınca

Fotoğraf geçen Pazar akşamı oynanan 5-1'lik Barcelona-Levante maçından. Eto'o hat-trick yapınca dayanamayıp elemanın birinden makinayı kapmış, makara yapıyor ufaklıklarla. O Krkic'i almış kadraja, diğer gazeteciler de onu. Muhtemelen Etoo'nun çektiği fotoğrafı açık arttırmayla satarlar. Ben olsam öyle yaparım. Nasılsa bulunur alcak bi manyak.

27 Şubat, 2008

Şampiyonluk Hasreti

NTVspor'da sürekli denk geldiğim bi belgesel var. Maradonalı, Cruyfflu nostaljik bi içerik. Malum; Maradona Napoli'ye 1986/87 ve 1989/1990 sezonlarında Serie A, 1988/89 sezonunda da UEFA Kupasını kazandırıyor. 4 senede 2 lig, 1 de Avrupa kupası. 1987/88 sezonu karavana. 90'daki şampiyonluktan sonra soyunma odasında kutlamalar yapılıyor. Maradona elinde mikrofonla başkan Corrado Ferlaino'ya "Başkan, ikinci şampiyonluk da geldi ne düşünüyorsunuz?" diye soruyor. Başkan ; "Keşke ikisinin arasında bi tane daha kazansaydınız." diye gevrek bi cevap veriyor saçları şampanyadan ıslanmış halde. Bizim mahallenin çocuğu Diego altta kalır mı; "Yapmayın ama, sürekli biz kazanırsak hiç zevkli olmaz ki. Bırakan arada sırada başkaları da kazansın." diye kıvrak bir cevabı yapıştırıveriyor.
Hikayenin sonu çok ani bitti, farkındayım ama söyleyeceklerim bu kadar.

Yumruklar Havaya

Dün akşam Akatlar'da oynanan Beşiktaş -Hapoel Jerusalem ULEB Cup 2. tur rövanş maçındaydık. İlk maçı İsrail'de 15 sayı farkla kaybetmiştik ama çok olmasa da ümidimiz vardı. Maçtan önce Kazan'nın yanında Uğur Mumcu parkında otururken kardeşim geldi arkadaşlarıyla. Aile evlat değil, tribüne apaçi yetiştirmiş mübarek. Neyse, bizimki evden Filistin bayrağı bulmuş getirmiş. Maçta gere gere açtım bayrağı. Salonda ayakta duracak yer yoktu, Serdar Özkan, Serdar Kurtuluş, Mehmet Sedef de oradaydı. Nefesimiz yettiğince bağırdık durmadan. Maç bittiğinde tabelada 73-53 yazıyordu. Fark son 2 dakika 18'e çıktığında kardeşimle öyle bir sarıldık ki National Geographic'te oyun oynayan 3 haftalık çitalar gibiydik. Her zamanki gibi yumrukları havaya kaldırıp; "Gündoğdu hep uyandık stadlara dayandık..." ile bitirdik maçı. Yarın Rize ile kupa, Pazar öğlen Efes ile basket, akşamına da Galatasaray maçları var. Yani bu hafta tribün mesaisi yoğun. Aksamalar olabilir blogta. ve dün gece...







25 Şubat, 2008

Avrupa'nın ilk 11'i

Avrupa'daki en büyük futbol maabetleri hangileriymiş diye bi bakayım dedim. Sıralama şöyle;


1- Nou Camp - Barcelona - 98,800

2- Wembley - Londra - 90,000


3-Giuseppe Meazza/San Siro - Milano - 85,700


4- Luzhniki - Moskova - 84,745

5- Olimpiysky - Kiev - 83,450


6- Signal Iduna Park (Westfalen) - Dortmund - 82,700

7- Croke Park - Dublin - 82,500

8- Stadio Olimpico - Roma - 82,000

9- Atatürk Olimpiyat Stadı - İstanbul - 81,283


10- Santiago Bernabéu - Madrid - 80,400


11- Stade de France - Paris - 80,000

Neyinize yetmiyor?









Konu Beşiktaş'ın yeni stad projesi. Dün Beşiktaş'ın genel kurulu vardı. İbra edilme mevzuları bir yana, belki de en önemli mesele, İnönü Stadı yerine inşaa edilecek yeni stad önerisi. Kabul edilip edilmeyeceği bugün belli olacak. Bizim evde tribüne takılan 3 kişi var, oylama yaptık aramızda. Projeye 3 tane red çıktı. Etrafımda da destekleyen Beşiktaşlı'ya denk gelmedim henüz. Yıldırım Demirören, koltuğu sağlama almak için stad yapmanın yeterli olduğunu sananlar kervanına katılmış.

Eğer stad projesi kabul edilirse, Beşiktaş seneye lig maçlarını Zeytinburnu ya da Kasımpaşa'da, Avrupa maçlarını ise Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynayacakmış. Galatasaray'ın Olimpiyat Stadı'nda çektiği çileler kesmemiş bizim yönetimi, bizzat denemek istiyorlar. Eğer proje onaylanırsa söyleyecek başka sözlerimiz de olacak. Onaylanmazsa rahat bir nefes alacağız. Buymuş yeni stad. 18 ay sürecek, 40 milyon euro'ya mal olacak ve 42 bin kişilik olacakmış.







Eduardo Alvez Da Silva

Şüphesiz ki bu haftasonunun futbol adına en can sıkıcı haberi Ada'dan geldi. Bugün, yani 25 Şubat'ta 25 yaşına girdi. Arsen Wenger onun için dahi diyordu, herkes çok şey bekliyordu ama Cumartesi günü oynanan Arsenal-Birmingham maçında futbol hayatı, bacağına yediği tekmeden daha büyük bi darbe aldı. Martin Taylor biçti bacağını, top geçti de Eduardo da Silva yere yıkıldı acı içinde. Umalım da; o da Okan, Larsson gibi futbola geri dönmeyi başaranlardan olsun. Saniyelik bir hata yüzünden bitmesin bu yaşta hayalleri. O büyük beklentiler artık yerini sadece; tekrar yeşil sahalara dönebilmesi umuduna bıraktı.

23 Şubat, 2008

Deplasman Otobüsü #2

Deplasmana giden Göztepe taraftarı.

-Kural 2; Her şartta ve koşulda uyuyabilme becerisi.
----

22 Şubat, 2008

İtinayla Ders Alınmaz...

Hayatımın hiçbir döneminde ders almak sözünü bu seneki kadar duymadım. Ertuğrul Sağlam hemen her maçtan sonra ya basın toplantısında ya da tünelde sorulan sorulara "Bi takım bireysel hatalardan ötürü kolay goller yedik ama hatalarımızdan ders alıcaz" diyor. Bu akşam Denizlispor maçı ile ligteki 23. maçını oynamışsın, ilk hafta takımın nasıl hatalar yapmışsa hala aynı yolda yürüyor. Rüştü defans anlaşmazlığından daha bi hafta önce yaptığı hatanın aynısını yine yapıyor. Sonra "Rüştü yuhlandı, taraftar ayıp etti" diyen hümanist yorumcular çıkıyor televizyona. Bir değil iki değil bu kaçıncı. Yencek golü yesin, yenmeyecek golü yemesin, dünyaları kurtarmasını beklemiyor kimse. Bu Ali Tandoğan, Rüştü, İbrahim Üzülmez... falan taraftarın hala tesisleri basmamış olmasına şükretmeli. 1 ay önce Gaziantepspor maçında faule isyan edip topu havaya atan İbrahim Toraman sarı kart görüp Kayserispor maçında cezalı duruma düşüyor, Tello Kayseri maçında topa iki defa elle müdahale edip çift sarı karttan oyundan atılıyor, bugün Ali Tandoğan denen insan taraftara el kol hareketi yapıp saçma sapan bir sarı kart görüyor. Senin kaptanın İbrahim Üzülmez, Ali Tandoğan'a "Seyirciyle ilgilneme, futboluna bak, topunu oyna" marez kayacağına, hakemin yanına gidip onunla konuşuyor. Ne anladım ben o zaman kolundaki banttan. Ali Tandoğan 62.dakika sorumsuzca takımını 10 kişi bırakıyor. Biliyor nasılsa ortalığın başı boş olduğunu. Kim çekip konuşacak ceza verecek ki. Sen zamanında "Bu külübün kapısından bile giremez." diyip, sonra defansın sağına koyarsan olacağı bu. Yine; daha 6 gün önceki Ankaraspor maçında olanların aynısı, 2-0 öne geçiyorsun ama ikinci yarının uzatma dahil 48 dakikasını Denizlispor tek kale oynuyor, 48 dakika kapanıyorsun, Tello'yu çıkarıp yerine İbrahim Kaş'ı alıyorsun. Tek derdin altıpasın önünü lise maçlarındaki gibi ana baba gününe çevirmek. Estergon, Kanije Kalesini mi savunuyorsun, napıyorsun. 23 hafta olmuş hala oyuncuların kalene yakın noktadan taç kullanırken bir allahın kulu gelip topu almaya cesaret edemiyor. Saçma sapan şekilde Koray'ı satıyorsun, Cisse 90 dakika deliler gibi çırpınıyor tek başına, onu oyundan aldığında yerine koyacak bir tane adamın yok...

Ya siz ders almanın anlamını bilmiyorsunuz ve 23 haftadır bir kez bile geriye dönüp bakmamışsınız, ya bizi salak yerine koyuyorsunuz ya da gerçekten bizi salak zannediyorsunuz. Hani "Ders alınmış başarısızlık, başarı demektir" diyorlar ya, onu bile beceremiyorsunuz. Ayıp bize ki, o Sivasspor maçındaki "yeter Yıldırım Demirören", "Sinan'ı da al git" sözlerimizin devamını getiremedik. Galip gelince her şeyi unuttuk.

UEFA Gecesi

Gecikmeli de olsa belirteyim, dün akşam oynanan UEFA 3. tur maçlarında elenen elendi, kalanlar yoluna 4. turda devam ediyor. Gecenin tek sürprizi Atletico Madrid'ten geldi. Bloğun isminin ilham kaynağıydı oysa onlar, sağ tarafta fotoğrafları duruyor bloğun açıldığı ilk günden beri. Küçüklüğümden beri sempatim var. Ama dün gece işler yolunda gitmedi. İlk maçta İngiltere'de 1-0 yenildikleri Bolton'a Vicente Calderon'da o taraftar önünde koyamadılar ya ayıb ettiler. Aceto'da gördüm ki Frente Atletico rahat durmamış yine olay çıkarmışlar. Atletico Madrid'in elenmesi nedeniyle bloğumuz haftasonu boyunca siyah kalacak. Villereal istikrarsızılık konusunda emin adımlarla yürümeye başladı. 1-0'ın rövanşından El Madrigal'de 2-1 kazandılar da 47. dakikada 10, 82. dakikada 9 kişi kalan Zenit'e 3. golü atamadılar. Bu saatten sonra Bayern kimseye bırakmaz kupayı. Sallaması bedava.

Tottenham - PSV Eindhoven
Anderlecht - Bayern Munich
Fiorentina - Everton
Bolton - Sporting Lisbon
Bayer Leverkusen - Hamburg
Rangers - Werder Bremen
Benfica - Getafe
Marsilya - Zenit

Eusebio

Mozambikli'dir. Dünyanın en iyi oyuncuları arasında gösterir kimileri. Beni ilgilendirmez. Portekiz ülkesini sömürüp, iç savaşa sürükleyip, 15 yılda yaklaşık 1 milyon insanın ölmesine sebep olurken, O, üzerine Portekiz Milli Takımı formasını giyiyordu hiç gocunmadan.

Bu yüzden olacak ki, pek sevmem.

21 Şubat, 2008

Deplasman Otobüsü #1


Fotoğraf Gebzespor deplasmanına giden Eyüpspor taraftarına ait.

-Kural 1; Otobüsün gözden çıkartılan ilk kısmı camlarıdır.

Kaçıncı Haçlı Seferi'nde Kalmıştık?

Sevilla dünkü Fenerbahçe maçına pek alışık olmadığımız bir formayla çıktı. Maçın sona ermesinin üzerinden yaklaşık 14 saat geçmesine rağmen, İnter maçı sonrasının aksine, hala hiçbir Fenerbahçeli yazar ya da avukatın Sevilla formasındaki Haç İşareti sebebiyle UEFA'ya şikayet dilekçesi yazmaması ilginç. Bunu zafer sarhoşluğuna bağlıyorum. İkinci maça Sevilla şu formayla çıkıp, bir de Fenerbahçe'yi elerse yeni davalara yelken açılabilir.

20 Şubat, 2008

Burası sinema tiyatro değil...

Bu iki fotoğraf arasındaki insanların farkı nedir? Üsttekiler seyirci, alttakiler ise taraftar ve alttakiler bariz bir şekilde daha rahatsız tipler.


Cumartesi akşamı kapalıda yıkılmıştık skor 2-2 olunca. Pazar akşamı ise Stadyum programına Ankaraspor maçında 3 dakikada 2 gol yenmesinden ve galibiyetin 90. dakikadaki golle gelmesinden dertli bi Beşiktaş taraftarı mail attı; "Biz ne zaman rahat rahat maç izleyeceğiz!" diye. O an evde; "Rahat bi şeyler izlemek istiyorsan operaya git" dedik. Bizim cümlemiz henüz bitmişken Mehmet Demirkol önce bi suratını ekşitti, sonra da "Ya rahat bi şey izlemek isteyen insan sinemaya, tiyatroya gitsin. Futbolu biz böyle olduğu için seviyoruz zaten..." dedi. Üzerine ekledi daha da. Ekranda ya da tribünde rahat rahat maç izleyen insan o işten ne keyif alacak anlamadım, o son dakika golünde ya da son düdükte nasıl çoşacak bilmiyorum. Nedir bu rahat rahat maç izleme sevdası onu hiç anlamadım. Yok illa ki heyecansız bi spor müsabakası arayan varsa, gitsin curling izlesin. Acayip dandik bi spor, emin olun hiç heyecanlanmadan yayıla yayıla tutarsınız takımınızı. Benim size tavsiyem İsveç Milli Takımı. Çok iyi curling oynuyorlar.

Nijerya Milli Takımı

Şüphesiz ki, 90'lı yılların en iyi kadrolarından birine sahipti Nijerya. Kısaca Afrika Kartalları. Annem dahil fotbolla gayet alakasız insanlar bile ezbere biliyordu oyuncularını. 1994'te Tunus'ta düzenlenen Afrika Uluslar Kupası'nda şampiyon olduktan sonra Amerika 94'te boy gösterdiler. 2.turda, 12 gün sonra dünya şampiyonu olacak olan İtalya'ya elenmekten kurtulamadılarsa da Afrikalı oyunculara Avrupa yolunun açılmasında katkısı çok oldu o kadronun.

Tijjani Babangida, Taribo West, Nwankwo Kanu, Daniel Amokachi, Victor Ikpeba, Uche Okechukwu, Emmanuel Amunike, George Finidi, Garba Lawal, Celestine Babayaro, Jay-Jay Okocha, Mutiu Adepoju, Julius Aghahowa, Sunday Oliseh.

19 Şubat, 2008

Claudio Paul Caniggia


Blogun en üstündeki o Artjantin formasının sebebi bu adamdır. Biz Alman kale, 9 aylık oynarken öyle her haftasonu televizyonda farklı liglerden 20 maç falan yoktu. Ancak çıkartma kitaplarından, sakız kağıtlarından takip edebiliyorduk dünya futbolunu. Bir de birkaç yılda bir düzenlenen uluslararası turnuvalar. Caniggia'yı ilk kez sakızdan, cipseten çıkan oyun kartında gördüm. İtalya 90'da izledim sonra. O 23 yaşında artist bi adamdı da ben daha küçüktüm. Aklım başımda bir halde tekrar izlemek için Amerika 94'ü beklemek zorunda kalmıştım. Neydi o Nijerya'ya attığı gol. Hastası oldum her daim. "Saçını kes" dediler, kesmedi. Milli formayı göremedi uzunca bir süre. 2002'de Dünya Kupası'na çağırıldıysa da oynamadı, İsveç maçında yedek kulübesinde otururken kırmızı kart görme başarısı gösterdi.

Bazısı Cani, biz Kanijja, Arjantinliler ise "El Pajaro" (Kuş) der. Gördüm ki Çinliler de "Rüzgarın oğlu" anlamına gelen "El Hijo del Viento" diyorlarmış. Çinliler Caniggia'yı nerden tanıyorlar orası muamma. Guns'n Roses vokalisti Axl Rose'a benzetip "Axl" diyen bi tayfa da yok değil. Herkes kendine göre betimliyor işte. Bana göre; hayranı olduğum o Arjantin Milli Takımı forması ile süper bi ikiliydi.

Hey aslanım be, o kadar hızlı ki kendisi bile zor yetişiyor. Çinliler boşuna demiyor "Rüzgarın Oğlu" diye.

Rudy Youngblood vs Ronaldinho

Biri Apocalypto'da oynuyor diğeri Barcelona'da. Biri Maya halkından diğeri Brezilyalı. Çok farklı değiller aslında ama Rudy, Ronaldinho'dan daha çok koşuyor. İnsanın lakabı "Jaguar Pençesi" olunca mecburen bi koşma baskısı oluyor tabi. Ronaldinho ise bu sıralar bol bol oturuyor kulübede. Nasılsa dünya kadar sponsoru var, çuvalla para kazanıyor. Koşmak, terlemek falan zor iş bu saatten sonra.